1 Ekim 2014 Çarşamba

Kurban Bayramı-Kan Nehri

ibadet adına kurban kesme vahşetinin çıkış noktasına baktığımızda Hz. İbrahim'in rüyasında Hz. Ismail'i kesmesinin emredildiğini ve Hz. İbrahim'in en sevdiği oğlunu kesmeye götürdüğünü tam kesecekken yeni bir emir geldiğini, bu emir ile karşı dağdaki koçun kesilmesinin istendiğini görüyoruz. Yüzyıllardır hayvan katliamına dönen bu ibadet aslına bakıldığında farz bile değildir. Dinen vacib kabul edilir. Yani kurban kesmek iyi birşeydir demiş vakt-i zamanında bir din alimi (?)
Bu konuya tasavvuf açısından yaklaşacak olursak yani kadim bilgeliğin islamiyet içindeki yorum ve bakış açısı şunu söyler: "dünyevi olan hiç bir şeye bağlanma çünkü hiçbiri gerçek değildir.  Maddeler dünyasında bağlandığın, onsuz olamayacağını düşündüğün, kaybetmekten korktuğun hersey seni BİRLİK BİLINCİnden uzaklaştırır. Bu dünya sadece bir yanılsamadan ibarettir. Bu nedenle herseyi hak etmeye çalışmak fakat hiçbir şeye ihtiyaç duymamak gerekir." Hz. Ibrahim bu rüya ile sınanmıştır. AŞK için evladını dahi kaybetmeyi göze alabiliyor mu, bunu olgunlukla kabul edebiliyor mu ve Allah AŞKı için çok sevdiği, 7 yaşındaki oğlundan vazgeçebiliyor mu? Elbette ki bu, sembolik anlamlar taşıyan bir hikayedir. "Benim" düşüncesinden arınabilmek insanlık evrimindeki son evrelerden biridir. Bu evre, Hz. Muhammed ve Hz. Ali'nin kabedeki putları yıkmaları ve Hz. Muhammed'in Hz.Ali'ye sırtına çıkmasını söyleyip son iki putu kırdıklarında Kabe'ye Allah'ın zuhur etmesi hikayesinde de yine sembolik olarak ifade edilir. Son iki put, BENLIK VE ÖNYARGI PUTLARIydı. Her Dünya'nın bir kabesi vardır der Mevlana. Ve ekler her insan bir dünyadır. Öyleyse insanın da bir kabesi vardır dönmesi gereken. İnsanın kabesi kalbidir. Ve bizler kabelerimizdeki putları yıkmadan yüreklerimize Allah'ın ışığı zuhur etmeyecektir. İnsan, insanlaşma sürecinde Tanrısallığa ulaşabilmesi için buna benzer şekillerde sınanır. Her ders esasında bir putun daha yıkılabilmesi için gönderilir. İşte Hz.  İbrahim artık tanrısallaşma yolundaki evriminde öyle bir mertebeye gemiştir ki, sahip olduklarına duyduğu derin bağlılik ile sınanmıştır. Yani sonuncu putlardan biriyle, BENlik putunu yıkabilecek olgunluğa sahip olup olmayışıyla...
Hz. İbrahim,  bu durumu olgunlukla karşılar. Zaten Allah'ın vermiş olduğu bu hediyeyi sevgiyle kabul etmiş, emaneti olarak gördüğü oğlunu yine Allah için feda etmekten çekinmemiştir. Tam oğlundan vazgeçmek üzereyken 2. Emir gelir. "Sen görevini yaptın. Şimdi karşıdaki dağa bak. Orda senin için bir Koç indirdik. Allah için onu kurban et"

Bu hikayenin günümüze gelişi ve geleneğe dönüşmesine bir bakalım. Adam, bırakın oğlunun sahibi olduğu düşüncesinden sıyrılmayı, kendini dünyanın sahibi sanırken ibadet adına kurban kesmekten geri kalmıyor. Aslında bu, DİNİDAR insanların bilinç düzeyini açıkça gözler önüne sermekte. Bırakın çok sevdiği halde oğlundan vazgeçmeyi, bu insanlar, banka hesaplarından, evinden, arabasından hatta salondaki koltuğundan vazgeçmeyi bile göze alamaz. Arabaları çizilse dünya başlarına yıkılır. Evlatlarının Allah tarafından gönderilen emanetler olduğunu, bedenlerinin bile onlara ait olmadığını idrak edemezler. Lafa gelince "mülk Allah'ındır" Icraata gelince "Benim!"
Benlik putunu yıkamadığımız sürece taşlamak istediğimiz şeytanın piyonları olacağız.

Bu meseleye bir de türlü türlü mantık yürütmeler ile meşruluk kazandırmaya çalışmaları yok mu? Neymiş efendim, Habil ile Kabil'den beri içimizde vahşet seven bir yan varmış, kurban keserek bu ihtiyacımızı gideriyor, birbirimizi kesme isteğimizi köreltiyormuşuz. Öyle bir vahşi yanımız varsa kurban kesmek bunu köreltmez daha çok tetikler bence. Öncesinde kan görmeye dayanamayan insanların bile Kestikçe kesesi gelir. Bakınız: Kasapların osmanlı'da 5 yıldan fazla kasaplık yapamamalarının sebepleri.

 Gelelim Etleri fakirlere dağıtıp doymalarına yardımcı olma meselesine, eğer mesele ssdece buysa marketten et alıp dağıtabilmeliyiz. Ayrıca çok tehlikeli bir bakış açısı var burda acınacak durumdaki insanlara yardım ederek yardımsever bir insan olduğumuzu hem kendimize hem de cümle aleme kanıtlamış oluyoruz. Bu, egoyu besler. Yani BENe düşeriz yine BENLİĞİMİZE yenilmiş oluruz. Ego bizim negatif yanımızdır. Farkında olmadan icimizdeki şeytani tarafı beslemiş olur tanrısal enerjiden mahrum kalırız. Unutmamak gerekir "Acırsanız acınacak duruma düşmeden ölmeyeceksiniz"

Zor durumda olan insanların tekamülü gereği o senaryoyu yaşadığını idrak edemediğimiz sürece bu maddi dünyaya ruhlarımızı hapsederiz. Elbette ki zor durumda olana ışık olacağız, hak edişini yükseltmesini sağlayacağız, bizden yardım talep ederse can-ı gönülden yardım elimizi uzatacağız fakat bu, ona acıyıp 40 yılın başı et yemelerine vesile olarak değil, daha sık et alabilmeleri için adil bir sistemin kurulması adına ses vermekle olacak, bir işe yarayacağız. Bizler en iyi ayakkabıları giyerken, onların ayağındaki yamalı çorapları görüp kendimizden utanmak değil kastım. Çünkü her insan bir ve eşsizdir. Herşeyin en güzelini hakederiz fakat hakettiğimizi bildiğimiz halde, alabilecek durumda olduğumuz halde pek çoğuna ihtiyaç duymamaktır aslolan. Yanlış olan bizim soğuğa dayanıklı ayakkabılar giymemiz değil, yalın ayak gezenlerin düşürüldüğü durumdur. Bu durumu kanıksayıp, geleneklerin ve düzenin bir parçası olmak bir ibadet kabul edilemez. İbadet önce insanın kendi iyiliği ve sağlığı içindir. Sonra yaşamını düzenlemesi, yaşadığı Dünya'yı yaşanabilir kılması içindir ki namaz, zekat bu amaca hizmet eder. Sonra mı?  Kendine ve çevresine iyi bakan, potansiyelleri kullanmayı bilen, hisleri vasıtasıyla Allah katıyla bağını koparmayan insan zaten kendini ve dünyayı yaşanılır kılma cesaretini gösterebilmiş ve bilinç seviyesi yükselmiş insandır. Bu bilinç boyutunu deneyimleyenler çevrelerine Tanrısal enerji saçar ve iyilik enerjisini büyütürler. Daha çok sevgi enerjisinin yeryüzüne ulaşmasına aracılık ederler. Bu ışık elçiliği ile de nihayetinde Allah'a hizmet etmiş olurlar. İbadet ancak bu şekilde "Allah için" yapılabilir. Bırakalım artık bu geleneksel, DİNİDAR bakış açısını. Allah'ın verdiği o muhteşem mekanizmayı çalıştıralım ve uykudan uyanalım biran önce.  Çünkü şeytan uykudakilerin bedenlerini kullanır ve onların sesiyle konuşur. O nursuz yüzlere, çirkin bakışlara rağmen hala sözlere kanıyoruz. Artık sözlere değil gözlere bakma vakti. Gözlerdeki ışığı görmek ve o ışığın izini sürmek, insanlığın kıyamet dönemini yaşadığı şu günlerde kıyam edenleri ayıracak yegane özelliktir. Unutmamak gerekir ki, şeytan daima Allah dostu kılığında akıl çeler.
Şeytani enerji ile Rahmani enerjiyi birbirinden ayırmak çok basit aslında. Şeytan, öfke doludur, nefret kusar, intikam ister, vahşete çağırır. Karanlığıyla korkutur, ÇÜNKÜ KORKUTTUKLARI İLE BESLENİR. Rahmani enerji ise sevgiyle, hoşgörü ve birlik bilinciyle büyür. Bu korku kültürü hangisini besliyor dersiniz?
Sevgide kalmaya devam edin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder