21 Eylül 2014 Pazar

AŞK VE KISKANÇLIK

Ruhumuz dünyaya geldiği anda saf, temiz ve bütündü. Delik deşik edildi sonra... Ağladığımızda meme vermedi annelerimiz, büyüdükçe sorduğumuz sorular cevapsız kaldı. Anlayamadık bizden daha önemli işlerinin neden hiç bitmediğini. Yalnız kaldık, sevgisiz kaldık, eksik kaldık. Değerli olduğumuzu hissedemedik bir türlü.  Daha da büyüdükçe 'Sen yapamazsın'lar, 'Sus sen anlamazsın'lar, 'Dur sen karışma'lar girdi hayatımıza. Yıllar içinde iyice inandık asla yapamayacağımıza, hiçbir şeyden anlamadığımıza ve en önemlisi sevgiye asla layık olamayacağımıza...

Ruhumuz delik deşik oldu.
En büyük eksiklik değerlilik hissi ve sevgiydi saf, temiz ruhumuzda... Tam olduğunu hissetmek için o boşluğu doldurduğunu sandığımız insanlara tutulduk, aslında ilişki değildi bizim ki olsa olsa ticaretti belki. Çok seven, çok sevildi. Sevmeyen yoluna gönderildi. Başka düşler peşinde koşup yine aldandık, belki de bir türlü unutamadık geçmişi, bizi çok seven o güzel yürekli sevgiliyi. Ne arıyorduk peki? Neydi özlediğimiz? Değerli olduğumuzu, sevildiğimizi hissettiğimiz günlerdi tabi ki. Yoksa ne Farkı olsun diğerlerinden. Elbette herkes gibiydi; yaralı, insan zaaflı ve eksik...

Herkes öylesine kör yaşıyor ki aslında yeryüzünde. El yordamıyla hayatı öğreniyoruz, es kaza aşık oluyor, nedenini anlayamadan hayatımızı birleştiriyoruz, çok geçmeden anlaşamadığımızı fark edip, önce kendimizi sonra karşımızdakini suçluyor, hayallerimizin solmasına izin veriyor koşuşturmaca içinde ömrümüzü tüketip yaşlanmayı seçiyoruz. Ömür bitiyor... Gözleri açılmadan çoğu zaman, aydınlığa kavuşuyor insan, bedenini yeryüzünde bırakıp ruhunu sonsuzluğa teslim ediyor. Oysa yaşam, insanın kendini keşfetmesi için kurgulanmış bir rüyadan başka bir şey değil. insanın kendini keşfetmesi, eksik yönlerini fark edip kaybettiklerini bulabilmesi, fazla ve kendine ait olmayan parçalarından arınabilmesi için kurgulanmış bir rüya... Peki insanın kendini keşfetmesini, eksikliklerini ya da fazlalıklarını fark etmesini sağlayacak olan şey bir ayna değil midir? İşte oyunun en zevkli tarafı... Bizi bize aynalayan binlerce insanla dolu çevremiz. İlişki kurduklarımızsa en önemlileri..

 Gerçek şu ki ilişkiler son günlerde bir tür Beslenme-Beslenme ritüeli. Arkadaşın çok çirkin ve eziktir mesela, onu seversin, çünkü onun yanında kendini daha güçlü ve daha güzel hissediyorsundur. Dostun sana övgüler yağdırır onu da seversin çünkü Onunla konuştuğunda ne kadar değerli olduğunu hissediyorsundur. Sevgilin sürprizler yaparak sevildiğini hissetirir onu da seversin, Hep yanında kalsın, senin olsun istersin. (Hatta sevmesen, seninle olmasını istemesen bile hem pastam dursun hem karnım doysun hesabı sık sık ilgisini kendinde tutmak, vazgeçmesine engel olmak için bin türlü kafa karışıklığı yaşıyormuşcasına aklını bulandırırsın zavallının) Sonra arkadaşın, kardeşin, sevgilin her kimse sevdiğin(!) çevresinde en ufak bir tehdit algıladığında türlü kaprisler yapıp türlü sitemlerle onu bunaltarak -sevgileri ve ilgileriyle seni enerjisel olarak besleyen bu kanalları kaybetmekten korktuğun için-  kıskanırsın. İşte gerçek sevgiyi ticaretten ayıran yegane duygunun adıdır bu: KISKANÇLIK.

Bir insanı kıskanıyorsa diğeri, beslendiği kanalın elinden gitmesini istemediği içindir. O giderse içinde yaşadığı boşluğun, büsbütün kendini göstereceğini ve kişiye acı vereceğini bildiğindendir. Kendini sevgisiz, değersiz ve yenik hissetmek istemediğinden yani aslında tüm bunlarla yüzleşmekten, kendi sesini dinlemekten çekindiğindendir kıskanması. Bu yüzden sahip olduğu enerji kaynaklarını sahiplenir. Bu duygu kıskançlığı doğurur. Kıskançlık duygusu söylendiği gibi masumane bir sevgiden ileri gelmez tamamen şeytani bir duygudur. insanın kendiyle yüzleşmemesi, Tanrısallığını keşfetmemesi için geliştirilmiş negatif bir savunma mekanizması gibi.

Bu tip insanlar, pramit ilişkiler dediğimiz alt boyut birlikteliklerde kıskançlığı yüceltirler. Aslında bu, apaçık enerji vampirliğidir.  Bir insanın ruhu ne kadar delik deşik edilmişse o kadar enerji kaçağı var demektir. Bu durumda insan, suni yamalarla o delikleri kapatma içgüdüsüyle hareket eder. Sevgi açlığına yama yapmak için pek çok kadının ya da erkeğin kalbini çalar. Değerli olduğunu hissedebilmek için, güç, para, kariyer, moda gibi konulara önem vererek güzel bir ayakkabı, spor bir araba, pahalı mekanlarda yenen pek de özel olmayan bir yemek ya da büyük bir şirkette hatrı sayılır bir mevki gibi etiketlerle ruhundaki boşluklara suni olarak yama yapar. Bu, insanın kendini uyuşturma yollarından biridir. Bir mekana girdiklerinde yanlarındaki hoş kadına dönen bakışlar kendilerini daha iyi hissetmelerini, giydikleri pahalı kıyafetler daha önemli olduklarına inanmalarını, spor bir otomobile sahip olmaları daha değerli hissetmelerini sağlar. Bu geçici tatmin duygusu tıpkı bir uyuşturucu madde gibi insanı bağımlı hale getirir. kendini gerçekleştiremeyen insanların işkolik, sekskolik, alkolik olmaları bu sebeptendir. Tüm insanlar derinlerde gerçeklerin farkındadır fakat kendiyle yüzleşmekten çekinen, iç sesine kulaklarını tıkayan insan, geçici tatminlerle anlık mutluluklar peşinde koşarken ruhunu her gün daha çok kirletir.beden kirlendiğinde nasıl kötü kokarsa, kirlenmiş bir ruh da o denli kötü kokar. Bu kötü kokuyu ya kan emici sinekler ya da leş kargaları sever. Bu yüzden kıblelerini kalpleri yapmadıkları sürece, gerçek aşka da, sevgi dolu bir birlikteliğe de asla sahip olamazlar.

'Kaçan kovalanır' mantığının hüküm sürdüğü bu tip pramit ilişkilerde derin bir sevgi bağı kurulamadığı için, karşıdaki kişinin ilgisi sağlandığı an amaca ulaşılmıştır. Amaç: Karşıdaki kişinin onu düşünmesi, merak etmesi, kıskanması, mümkünse ağlaması sağlanarak ondan enerji çalmaktır. Enerji kanalı kurulduğu ve o kanaldan beslenmeye başladığı anda içgüdüsel olarak kişi yeni arayışlara girer ve enerji çalmaya devam eder. Şimdi anlayabiliriz belki, eski sevgililerin neden tam da unuttuk dediğimiz anda pat diye ortaya çıkıverdiğini. Onca yıl ardından ağlarken, sevsin diye duayı duaya eklerken yüzümüze bile bakmayan insanlar, tam da unutup yeni bir aşka yelken açtığımız sıralar nasıl oluyor da birden ortaya çıkıp, bizi hatırlayıveriyorlar?
Nedeni çok basit: Beslendiği kanaldan enerji akışının kesildiğini fark ediyor, akışı yeniden sağlayabilmek için panikle çabalıyorlar. Ruhundaki delikleri kapatmadığı için asla tam anlamıyla hayat enerjisine sahip olamayacaklarını bilenler, enerji vampirliği ile haksız beslenme kanalları yaratıp asalaklığa alışırlar sonra bu kanalları korumak için çabalar ve bu defa da enerji dilencilerine dönüşürler.


Peki, ya kendini duyanlar, ruhunu dinlemeye başlayanlar? Yola çıkan derviş ruhlular?
uykudan uyanan, yüzünü kalbinin ışığıyla yıkayanlar?
İşte onlar, pramit ilişkilerin 'kaçan kovalanır' zihniyetinden de, kıskançlık gibi şeytani hislerden de arınanlardır. Onlar bilir ki insanlar, zorlama ya da sınır koymayla birbilerinin kalplerine köprüler inşa edemezler. Sevgi ve emekle İnşa ettikleri köprülere ise güvenleri tamdır. Gönülden gönüle akan bir sevgi nehrinden daha güçlü hiçbir şey olmadığını bildikleri için kıskançlık gibi duygularla ruhlarını kirletmezler.  Bilirler ki: Aşk, karşısındakinin gözlerinde kendilerini görüp gözlerinin kamaşmasıdır. Bu yüzden aşk peşinde koşmak yerine kendi ışıklarını yükseltmeye, kalplerini her tür negatif duygudan arındırmaya çalışırlar. Sonuçta Aşk, kendimize duyduğumuz sevgiyi karşımızdakine yansıtmak, Tanrı'nın yarattığı ile, yeryüzünde Tanrı olmaktır.


19 Eylül 2014 Cuma

ŞÜKRETMENİN BÜYÜSÜ ÜZERİNE




Geçenlerde arkadaşlarımla çok cici bir evin bahçesinde saatlerce oturup sohbet ettik. Ev sahibesi önce diğer arkadaşıma çay ikram etti. Onlar kendi aralarında konuşmaya dalmışlardı tepsideki Çaylarını alıp sohbetlerine devam ettiler. Ben çayımı alıp teşekkür ettim. Gözüyle kurabiyeleri işaret edip "kurabiye de al lütfen" dedi. Hemen kurabiyelere uzandım. Bir parça yedikten sonra 'çok lezzetli' olduğunu söyledim. Ev sahibesi memnuniyetle "bir tane daha almaz mısın" diye sorduğ...unda bişey fark ettim. Biz gündelik yaşamın koşuşturmacası içinde Tanrı'nın bize sunduğu muazzam hediyeleri farkına varmadan gayri ihtiyari alıp koşuşturmaya devam ettiğimiz, teşekkür etmeyi unuttuğumuz sürece kurabiyeleri kaçırıyoruz Teşekkür edip bir es verdiğimizde hem çayın yanında kurabiye yemiş hem de bir tane daha ikram etmesine olanak sağlamış oluyoruz. Şükretmek diyorum yani, önemli galiba ;p

9 Eylül 2014 Salı

KENDİLİĞİNDEN


En Sevdiğim kelimedir: Kendiliğinden

Kalbimiz Kendiliğinden vücudumuza kan pompalar
Beynimiz bilgiliyi kendiliğinden kavrar
Insan bedeni kendiliğinden fazla enerjiyi vücuttan atar

Kendiliğinden olan her şey ilahi program dahilinde
olması gerektiği için olur.
Bazen kendiliğinden severiz örneğin,
mantıken asla mutlu olamayacağınızı düşündüğümüz
Birine aşık olur
Onunla olmaz dediğimiz halde
Yalnızca onunla olsun isteriz
Fiziksel olarak pek güven vermediği halde
Ruhsal olarak sonsuz bir güven duygusuyla bağlanırız ona.

Sevgisini gösteremeyen birinin
Sevgisini heran hissetmek gibi bir şeydir bu,
Yine de sevgisini göstermesini isteyip,
susup kalan
Hödük tavrına sövmek gibidir ama,
Sövmeniz bile sarılmak isteyişinizdendir aslında.
Bu yüzden
Kalmak isterken gitmek zorunda hissetmiş,
Ve yeni yollarda ikili bir yalnızlığı deneyimlemişsinizdir

Hiçbir şey mantıklı değildir bu tip ilişkilerde
Bin türlü teknik faul yapılmıştır mesela
Ve siz kitaplardaki gizemli kızı
oynayamamışsınızdır bu defa.
Sarhoş olup saçmaladığınız da olmuştur
Bir kaç defa kusup, çişinizi tutamadığınız da...

Onun da pek dergilerde gördüğünüz
baklavalı mankenlere benzediği söylenemez hani
olsa olsa baklava ustası misali...

Bu kadar ofsaytta rağmen
Kendiliğinden nefes alır gibi
Severiz işte,
sevmeniz gerekiyormuş gibi
başka türlüsü mümkün değilmiş gibi...

Kendiliğinden gerçekleşen her şeyimizde
Bir Program vardır. Fabrika ayarlarımız gibi.

Yeni sürümler yükleyebiliriz tabi ki
 insan bedenli bu koca bilgisayara
Fakat her format atıldığında
Yine onunla başlarız hayata.
İşte bu ilahi dokunusudur evrenin,
ve alışmak zorundayızdır hiç komik bulmadığımız şakalarına ellerinin... ;)



FEDAKARLIK ÜZERİNE






Fedakar insanlardan çekinirim hep. Çünkü onlar bilinçaltlarında bir şeyleri FEDA ederek KAR elde etmeye çalışırlar. Yaptıkları çoğu iyilik karşısında beklentiye girip sizi suçlamaya meyillidirler. Oysa iyilik başkası için değil kendi mutluluğun için yapıldığında gerçek anlamda iyiliktir. Sevdiğimiz birine zamanımızı ayırıyor, ona yardımcı olmak istiyor hatta maddi destek veriyorsak bunu, onun için değil, o kendini iyi hissettiğinde bizim mutluluğumuz ve huzurumuz artacağı içi...n yapmalıyız. Aksi halde "ben onun için şunu bunu yaptım kıymet bilmedi, çok sevmiceksin bu dünyada, ne kadar verici olursan o kadar eziliyorsun" gibi cümlelerle kendimizi yaşam oyununda kurban rolünde görürüz. İnsan, ancak kendi mutlu olduğunda çevrsindekileri de mutlu edebilir. Çocuklarımız için kendimizi heba edip, onların tüm sorumluluklarını kendi üzerimize alıp yıllarca beta beyin dalgaları (stres) yayarak etrafta dolaşıyor sonra da hastalanıyoruz. Allah aşkına hangi çocuk, annesini-babasını yoğun bakım ünitesinde beklemek ister. Bu halde nasıl mutlu olabilir? Onlara güzel bir gelecek hazırlamak için banka hesaplarını doldurmanın bedeli kendi hayatımızdır. Ailesiyle nitelikli ve keyifli zaman geçiren bir çocuk zaten kendi güzel geleceğini kendisi hazırlar. Önemli olan yaşadığımız her andan keyif alarak çevremizdekileri pozitif enerjiyle beslemek. Bunu unutuyoruz. Unutmayalım. Hayat An'da kalmaya, keyif almaya değer. Ve An'da kalmak An'ın sorumluluklarını mutlulukla yerine getirmektir.
Sevgiler
TOPLUMSAL KADIN ALGISI VE ARTAN ŞİDDET ÜZERİNE


Evrensel yasaların son derece basit olduğunu unutuyoruz çoğu zaman. Yaşama karşı farkındalık geliştirmek, düzeni ve insanları algılamak sanıldığı kadar karmaşık değil aslında. Son dönemde artan kadın cinayetleri ve bastırılmış öfkenin kadınlar üzerinden gerçekliğe bürünmesi oldukça can sıkıcı fakat derinde yatan neden öylesine açık seçik ki… Bunu toplumun inançlarından, deyimlerinden, alışkanlıklarından hatta küfürlerinden dahi anlamak mümkün. Yüzyıllardır süregelen kadın baskısı ve kadına yönelik, ekonomik, psikolojik ve fiziksel şiddetin temelinde yatan gerçeğin cinsellik algısı olduğunu düşünmekteyim. Cinsellik, yaşamın devamlılığı için gerekli olan ilahi bir süreç ve tüm canlılar için hayati bir enerji döngüsüdür. Enerji doğası gereği sürekli akış halinde olmak zorundadır. İnsana her an, farklı şekillerde gelir ve gider. Gelmediği hale ölüm, akışın tam anlamıyla sağlanamamasından dolayı az miktarda gelebilmesine hastalık hali diyoruz. Enerji ancak boşaldığı zaman yerine yeni tanrısal enerjiler gelebilir. Bunun  için insanoğlu enerjisini kanalize edecek, boşaltımı sağlayacak alanlar bulur. Kimi zaman yapıcı bir şekilde yaratıcı uğraşlarla bu akışı sağlar, kimi zaman yıkıcı bir halde iftira, dedikodu ve  kavgayla… toplumumuzda sıklıkla insanlar enerjilerini yapıcı yollarla değil yıkıcı yollarla boşaltma eğilimindedir. Bunun nedeni, insanın yüzyıllar önce doğasından kopuk yaşamaya başlaması ve korkularla baskılanmış olmasıdır. Baskılanan her şey başka bir şekilde tam tersi yönünde ayyuka çıkar. Tıpkı bir terazi gibi… Terazinin bir kefesi diğerinden ağırsa, karşısındaki kefe yukarı hareket edecektir. Fizik yasalarından bihaber dahi olsa hiç kimsenin bunun aksini savunması mümkün değildir öyle değil mi? İnsan da böyledir. Bir tarafı bastırılmışsa karşıt düşüncesi tavan yapacaktır. Bu nedenle insanların şiddetle savundukları ya da düşman kesildikleri şeylere bakmak yeterlidir. Cinselliği ele alalım. Bir erkek kadınlar ve cinsellik konusunda ne kadar bastırılmışsa o kadar kadın düşkünü olacaktır ve ne kadar kadın düşkünü ise o kadar kadın düşmanı olacaktır. Bu tip erkekler, kadını baskılamaya, hapsetmeye, kadınlığını bir kenara bırakalım insanlık onuruyla alay etmeye, kendinden zayıf göstermeye, ekonomik olarak kendine mahkum etmeye, onu eksik bırakmaya ve tüm öfkesini onun üzerinden boşaltmaya çalışacaktır. Erkeğin bilinçaltına yerleşmiş Allah korkusu ve din algısı, cinselliğin ayıp, günah ve kirli bir şey olduğu düşüncesini yaratır. Bu algının özellikle yaratıldığını ve yüzyıllardır karanlığın yani şeytani güçlerin diyelim (ya da bence daha doğru tabir evrende var olan negatif enerjilerin) bu algının yansımalarıyla beslendiğini bir dip not olarak belirtmek isterim)
Bir çocuğa konulan yasakları düşünelim; nasıl ki yasaklar merak uyandırır ve her fırsatta çiğnemenin bir yolu aranırsa erkek de hem kadınlar ve cinselliğin her türlüsüne karşı derin bir merak ve istek duyar hem de yasağı deldikten sonra alacağı cezayı düşünüp vicdanen rahatsızlık hisseder. Bu his, kısa bir süre sonra öfkeye dönüşür ve onu kirlettiği için, günaha soktuğu için birlikte olduğu kadına öfke kusmaya başlar. Burada bahsettiğim gayri meşru ilişkiler değil, erkeğin karısıyla birlikte olduğunda dahi hissettiği bilinçaltı düzeydeki öfke ve onun yansımalarıdır. Radikal dinci erkeklerden tutun da sadece ramazan ayında içmeyen kendince Müslüman mahalle delikanlılarına, kadın hakları savunucusu gibi görünen sözde solculardan, bilmem kaç üniversite mezunu, kariyer sahibi eğitimli(?) cahillere kadar toplumun her kesiminden  erkeğin bilinçaltındaki bu kirli algılayış, cinselliği kadına karşı duyulan öfkenin bir boşaltım aracı olarak görmesine neden olur. Çoğu erkeğin fiziksel olarak boşaldıktan sonra daha öfkeli hale gelmesinin, elde ettikleri kadının cazibesini yitirdiğini düşünmesinin temelinde bu algı yatar. Birlikte oldukları kadınların kusurları gözlerine çarpmaya başlar ve vicdanen rahatsız olan erkek kadını aşağılamaya, kendini eksik, yarım ve yetersiz hissetmesi için laf sokmaya, hiç olmadık sebeplerden kavga çıkarmaya çalışır. Hatta cinsellik algısı çok daha bastırılmış olan erkeklerde bu düşkünlük ve düşmanlık daha da üst boyutlarda kendini göstereceğinden, ortaya saçma sapan inanışlar, elle tutulur yanı olmayan söylemler ve hatta kadının her türlü özgürlüğüne müdahale ortaya çıkar. Kadının istediği gibi giyinme özgürlüğünden, seçim yapma özgürlüğüne, düşüncelerini ve hislerini ifade etme özgürlüğünden, seyahat özgürlüğüne kadar her türlü özgürlüğü elinden alınır. Kimi zaman yaşama hakkı bile…

Erkeklerin küfürlerine bir bakın. Bir adam şerefsizse kesin Orospu çocuğudur mesela. Onların birbirlerine karşı öfkeleri bile çevrelerindeki kadınlar üzerinden çıkar. Üstelik bu küfürlerden sadece kadınlara duydukları düşmanlık değil cinsel organlarını silah olarak algıladıklarını da açıkça görmek mümkün. Silah savaşta kullanılır öyle değil mi ve Düşmana karşı…? Kadına ve cinselliğe bakış açıları apaçık ortadadır aslında. Biz sadece görmek istemiyoruz. Kadın erkeğin yeryüzündeki en büyük ve savaşmaktan en zevk aldığı, bir o kadar yok etmek için türlü oyunlarla zayıflatmaya çalıştığı düşmanıdır.  Kadın sadece bu savaşın bir parçası, düşmanın ta kendisidir. Bunların hiçbiri bilinçli bir akılla düşünülmez elbette ama yaşamdaki yansımalarına baktığımızda kabul etmek mümkün değil. Kadının şahitliği bile erkeğin yarısı kadardır örneğin. Düşmana açıkça hakaret ettiğinde onu öfkelendirirsin ve sen onu yok etmek isterken onun seni yok etmesi ihtimalinden çekinildiği için sinsice, iki yüzlü bir oyun geliştirmiştir erkekler. Seviyor gibi görünür örneğin oysa kadın seven erkek, kadını böyle sevmez. Kadının gücünü zayıflatmaya çalışır her fırsatta, Korku pompalayarak kendine muhtaç bırakır, Daha da kötüsü işin içine Allah'ı katıp sözünü kutsallaştırır. Karşısındakini Yanlış bilginin doğru olduğuna ikna ederek onu yaşam oyununda bir piyon haline getirir. İnançta sorgu yoktur nasıl olsa, en saçma bilgiler bile Cehennem korkusu ve Cennet müjdesiyle inandırıcı kılınır. Neymiş efendim, İki kadının şahitliği tek bir erkeğin şahitliği ile eşit değerdeymiş. Nedeni: kadının DUYGUSAL olması(?), erkekler kadar mantıklı düşünememesiymiş. Yazık! Binlerce kadın var buna inanan ve kabul eden. Hatta o kadar kanıksamışlardır ki aşağılanmayı Şeytana pabucunu ters giydirebileceklerini düşünüp bununla övünürler. Çocukluğumda annemlerin toplanıp gün yaptıklarını hatırlıyorum. İçlerinden bir tanesi şöyle demişti: kadının çok olduğu mecliste şeytan bulunmazmış. Hala kanım donuyor, kadının kendini bu kadar aşağı düşürmesi ve bunu kabullenmesi, üzerine şaka bile yapabilmesi benim anlayış sınırlarımı hayli zorluyor. Şeytan bile kadından korktuğuna göre kadınlar çok daha şeytani öyle değil mi? Buna inandırıldıklarını görmek gerçekten çok üzücü.

Ah bu kadınlar, kısa kıyafetler giyip erkeklerin içini gıcıklamazlar mı? Hele saçlarını rüzgarda savurup tüm güzelliklerini sergilemezler mi? İşte hep bu günahkar kadınlar yüzünden, erkekler günaha giriyor. Erkeğin doğasında vardır canım cinselliğe düşkünlük, evli olduğu halde başka kadınlara ilgi duymaya başlamışsa bir erkek, dur zina yapıp günaha girmesin. Üzerimize birkaç tane daha eş getirebilirler. Erkekler aldatıyorsa sebebi kadınlardır dememiş miydi AKP kadın kollarından bir zat-ı muhterem? üstelik devamı tam bir cahillik, tam bir ucuzluk örneğiydi. Erkeklerin 4 kez evlenmesi meşrulaştırılmalıydı ona göre, bu sistem erkekleri günaha sokuyordu. Bizim yaşamdaki tek görevimiz erkeklerin günaha girmesini engellemek zaten. bu yüzden düzen onları kayırsın, biz olabildiğince kapanalım, olabildiğince uzak duralım onlardan ama kaçırdığımız bir şey var: Erkekler bu bilinç düzeyleriyle, bizden uzaklaştıkça daha da yaklaşırlar aslında. ve öfkeleri, ve kompleksleri o kadar derindir ki yakınlaştıkça da bir o kadar uzaklaşırlar bilinçaltlarında. İşleri gerçekten zor… Ne yapmalı öyleyse bu erkekler? Onlar için bu zaafı dizginlemek de, sonrasında çektiği vicdan azabını durdurmak da zor... En iyisi kapansın kadın, göstermesin hiçbir yerini, öyle dışarılarda filan da fazla görünmesin sonuçta hayal gücü diye bir şey var gözleriyle soyabilirler pardösüsünü. Kadın, yatakta kocasını mutlu etsin, kadınlık görevini yerine getirsin, çocuk doğursun yeter, erkekleri günaha sokmasın kardeşim. Doğaları böyle bu adamların, anlamak lazım. (?) Erkekler, Doğalarıyla uyum içinde olabilselerdi ne bu kadar aç olurlardı, ne içlerindeki şiddet duygusunu cinsellikle boşaltmak için bin çeşit sadist fantezi geliştirirlerdi. Zihinlerinde öylesine pis bir şey yaptıklarına inanıyorlar ki hemen duşa girmeleri gerekiyor. Öyle orgazm sonrası terledikleri için, bedenlerindeki toksin maddelerin gözeneklerini tıkamasından dolayı rahatlamak amacıyla filan değil, bildiğiniz bulandığı pislikten arınmak için duşa girerler. Zaten çoğunun bilinçaltında elini çabuk tutmak istemesi, erken boşalmalarına sebep olduğu için terleyecek vakitleri filan olmaz.


   Kadınlarsa evlilik adı altında yaşanan bu köleliğin ulvi bir amaca hizmet ettiğine inanmak isterler. Daha doğrusu çocukluklarından itibaren buna inandırılmışlardır. Onlar, kendilerini cinsel bir obje olarak görmeye iyice alışmışlardır. Bu hapis Allah'a ve cennete giden ilahi bir yoldur. Diğer kadınların da kendileri gibi yaşamaları gerektiğinin en azılı savunucuları yaşadıkları cehennemi cennet hayal etmeye çalışıp buna inanmış olanlardır. Bir kadın tanıyorum, tarikat üyesi. Nefret ettiği bir kocayla toplumsal baskılar ve boşanmanın günah olduğu düşüncesi yüzünden bir ömür tüketmiş bir kadın.  kanser tedavisi görmüş, kocasına saygı duymadığı halde saygı göstermek zorunda kalmış, birlikte olmak istemediği halde defalarca dişlerini sıkarak, midesi bulana bulana görev icabı koynuna girmiş ve yıllarca kocasının hayata duyduğu kendine ve tüm kadınlara karşı biriktirdiği bastırılmış öfkesiyle yüz göz olmuş, bu yüzden hastalanmış, bu yüzden, yaşama sevincini kaybetmiş, bu yüzden kendini ibadete vermiş bir kadın…  Bu, kölelik sisteminin gerçek bir savunucusuydu o. Oğlu yaşındaki çocuklara bile elini uzatmaz. Kadının kahkahayla gülmesinden hoşlanmaz. Türban takmayan bir gelini oğluna yakıştıramaz. Varsa yoksa öbür dünya... şimdi düşünüyorum da hiç yargılamamak lazım. Bu hayata başka türlü katlanılabilir mi? Diğer Kadınların özgürlükleri, kahkahaları, istedikleri gibi yiyip içmeleri, istedikleri yeri gezmeleri onu yaşamdan koparıp kaderine küstürmez mi? Böylesi çok daha kolay gerçekten, bu hapis hayatına, bu baskıya, bu korkuya ancak böyle tahammül edebilir insan.

“Benim yaşadığım hayat doğru, ne kadar çok kadını benim gibi yaşamaya ikna edersem, Allah katında o kadar sevilen bir kul olurum. Öldüğüm zaman hem sabrettiğim için, hem dine hizmet ettiğim için cennete kabul edileceğim”

Yaşadığın ev cehennemin dibi olmuş be güzel ablam umurunda değil tabi. Ölmeyi bekle boş ver, başka çare yok senin için. Ama başka kadınları, gözleri ışıl ışıl bakan küçücük kızları da öldürüyorsunuz ya tek derdim bu. Siz erkekleri pohpohlayıp kadınlığınızı öldürdüğünüz için kadınlar ölüyor yüzyıllardır. siz sustuğunuz, siz korktuğunuz için... Toplumdaki bu korkaklık, bu kutsal evlilik algısı, bu erkek egemen anlayış yüzünden şeytani zihniyet güçleniyor. karanlık günbegün büyüyor.

 Bu karanlığın bitmesi için, cesur, idraki açık, bu düzene dur diyecek kadınlara ihtiyaç var. Cennet de cehennem de hani kat kat dersiniz, buna inanırsınız ya, şimdi söyleyin ezilen kadınlar siz cehennemin kaçıncı katındasınız? Daha kaç kez sırat köprüsünden geçerken düşüp  düşüp  alevler içinde yanacaksınız. İdrakiniz açılmadığı sürece yanmak bu düzenin bir parçası. Uyanın artık! Yemin ederim benim kendim için istediğim bir şey yok, tek dileğim bu şeytani düzeni değiştirip aydınlığı hakim kılmak dünyada. karanlık güçlerin hükümdarlığındaki inançların sizi korkuyla tutsak etmesine gönlüm razı değil, yoksa mutluyum. Sizin kadar ev işi yapmıyor, kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum, ‘elalem ne der’leri hayatımdan çıkaralı çok oldu, çocuğumla salıncakta sallanabiliyor, kendime zaman ayırabiliyorum. Zorlandığım yerde temizlikçi çağırabiliyor, yemekleri eşimle birlikte hazırlıyorum. Eşim, benim yaptığım ütüyü beğenmeyip söylenmeye başladığında bıraktım ütü yapmayı ve birlikte yaşamaya alıştırdım 4 kızın ardından doğmuş anaerkil bir evin tek oğlunu. Hiçbir devrim kolay yapılmıyor. Bu kafayla neler yaşamış olabileceğimi siz düşünün.  Ben eşimin duvarlarına çok tosladım o duvarları yıkmaya çalışırken ama gördü ki ya duvarları yıkılacak ya bu evlilik... Benim blöf yapmadığım çok açıktı bu yüzden değişmek zorunda kaldı. İnsan, sınırlarını çizmezse başkalarının hakimiyetinde yaşamaya mahkum oluyor. Ve bu mutsuzluk öyle tehlikeli bir virüs yaratıyor ki önce çocuklarımıza bulaşıyor. Çocuklarımız bu yanlışları kanıksayıp yanlışlara bulanıyor ve karanlık büyüdükçe Şiddet artıyor. Erkekleri kayıran bu eşitsizlik, bu adaletsizlik ancak bizim kararlılığımızla son bulacak. Hayat gerçekten insana bahşedilmiş çok büyük bir armağan. Ve ölümü beklemeye değil, yaşamaya değer.

Şimdi gelelim kadın cinayetlerinin neden arttığına. Çünkü artık kadın susmuyor, tahammül sınırı zorlandığında çekip gidiyor. Ve erkek, cinsel organıyla yatakta kusamadığı öfkeyi, silahın namlusuyla kadının yaşama hakkını elinden alarak kusuyor. Bu bir süreç... Kadınlar ne zaman ki haklarını savunan, duygularını ve tatminsizliklerini ifade eden, bu kölelik sistemine hayır diyen bilinçli bireylere dönüşecek ve ezilen diğer kadınları yuhalamak yerine destekleyecek bu düzen o zaman değişecek.

Allah’ın kurduğu düzene bakmak doğamıza dönmek için yeterli. Şimdi doğaya dönüş vakti. Birlik ve bütünlüğü algılama vakti. Karanlığın üzerine ışık tutma vakti. Susma kadın, ezme ve ezilme sakın!!!