13 Haziran 2015 Cumartesi

Hayatım boyunca böyle hissettim. Sanki yabancı bir ülkede, dilini bilmediğim insanlarla bir arada yaşıyordum. Gülüyorlardı, neye güldüklerini anlayamıyordum. Kızıyorlardı, neye kızdıklarını da anlayamıyordum. Onları anlamak için gözlerinin en derinine bakmaya çalışıyordum. Yakınlık gösterenlere, bana yardımcı olmaya çalışanlara, yabancı memlekette tek başına kalmış bir insan gibi güvenmeye ve inanmaya muhtaçtım sanki. Her gülümseyene yakınlaşmamam gerektiğini anladığımda kalbim çoktan kırılmıştı. Hani bilirsiniz. inandığınız bir insandan duyduğunuz ilk yalan gibi, güvendiğiniz birinin sırtınızdan bıçakladığı an acıyla şaşkınlık arasındaki o son bakış gibi.... Söz verdim kendime sonra,  artık bu dili öğrenecektim. ne dediklerini anlayacaktım. Güldüklerine gülecek, sevdiklerini sevecek, kızdıklarına sövecektim. Onlardan biri olmak istiyordum çünkü kendimi ait hissetmek istiyordum.
 Dillerini öğrendim zamanla, fakat kültürleri bizden çok farklıydı. Olsun... Yalnızlıktan sıkılmış, tek başınalıktan bunalmıştım. Onlar gibi giyindim. Onlar gibi konuştum, Onlar gibi davrandım sonunda fakat hiç böyle olacağını düşünmemiştim, yine aynı histi işte, kalabalıkların sonunda ışığı kapattığımda hissettiğim...
Memleketimi özlüyor, sevdiklerime kavuşmak için gün sayıyordum. Zaman zaman dilimi konuşan insanlar çıkmadı değil karşıma. Hani memleketten birini görünce bir şiven kayar, sizin oralara özgü birkaç laf sıkıştırıverirsin araya, bu, kimsenin anlamadığı dil, başka bir mutluluk kaynağıdır, özlem ve huzur vardır içinde. Sohbetin keyfi başkadır, uzun zamandır hiç bu kadar gülmemişsindir.
 Sonra... sonra yine aynı boşluk...
Yabancı bir diyarda öz benliğinden uzaklaşıp kendine yabancılaşırken yabancılarla yakınlaştığın hasret dolu bir tek başınalık... Yine bir nedenden ötürü yalnızsındır işte, yalnızlık gerçekten de ömür boyudur belki, ömrüyle sınırlıdır insanın...

Sabah uyandığımda yine aynı bıkkınlıkla gözlerimi tavana dikmiş düşünürken "nasıl olsa döneceksin Esra dedim kendi kendime". Bir gün mutlaka geldiğin yere döneceksin. Bu, tüm insanoğlunun kaçınılmaz sonu değil mi: ölüm...
Evet, memleketime gidecektim, sevdiklerime sımsıkı sarılacaktım sonunda.
 Peki, n'aptın anlat bakalım demeyecekler miydi bana?
N'apıyordum ben?
Hemen fırladım yataktan bir turist haritası hazırladım kendime. Mutlaka gidilmesi, görülmesi, yapılması gerekenlerin bir listesini hazırladım. Daha çok 'AN' sığdırmalıydım burada geçen günlerime, daha çok ilişki kurmalıydım, daha çok dans edip daha çok fotoğraf çekmeliydim zihnime, en güzellerini... Rüzgarı serin serin yüzümde hissetmeliydim, yeni tatlar keşfetmeliydim ve yapmaktan zevk aldığım yepyeni alanlar yaratmalıydım.

 Her anımı, döneceğimi bilerek, günlerimi mutlulukla doldurmaya çalışarak, gittiğimde beni özlemle bekleyen gerçek aileme anlatmak üzere, en güzellerinden, onlarca anı biriktirerek, yanımda olan insanlarla geçirdiğim her anın kıymetini bilerek yaşıyorum artık. Eğitim için geldiğim dünyada harika günler geçirmeye başladım. Dönmeden yapmam gereken çok şey olduğunu düşünüp sabah erkenden uyanıyor, kalabalığa karışıyorum, eskiden olsa bizim gibi olmadıkları için -farklılıklarına- öfke duyardım. Şimdiyse oldukları gibi kabul ediyorum onları.
Hem, kim bilir belki döndüğümde özlerim bile buraları...


sevgiler