- KAYIP RUHLAR ÜZERİNE
- Bazılarının ruhu kayıptır, bulamazlar bir türlü kendilerini, soramazlar cevaplarını bilmedikleri soruları, cesede dönmüş bedenlerinin içinde hapsolmuşlardır sanki. Başka türlü olsaydı yaşam, belki kendileri de başka birine dönüşürlerdi ama dünya böyleydi işte ve böyle olmasının sorumlusu da kendileri değildi ki... bu yüzdendir kayıp ruhların yaşamı ve düzeni değiştirmeye dair derin arzuları... Bu yüzdendir içki masalarında dünyayı kurtarma duyarlılıkları ve mangalda kül bırakmayan, şiddetli karşı çıkışları. Oysa kendi içinde devrim yapamamış bir ruhun, siyasi devrime soyunması nevrotik bir tepkinin dışa vurumsal yanılsamasıdır. Bu gereksiz çaba barındıran büyük yanılgı, insanın üretken düşünmesini, çözüme odaklanmasını engellemekte ve onu savaşa hazır, yıkıcı bir askere dönüştürmekte.Bizler değişmeden dünya değişmeyecek bu gerçeğin anlaşılması için tüm hayatı verebilirim. Tüm insanlar yüzünü kendi kalbinin kıblesine dönmediği sürece en insancıl ideolojinin bile faşizme dönüşeceğini görmek gerek. Üstelik o savunulan ideolojilerin, 'insan' faktörünün karmaşıklığı ile ne hale geldiği, tarihin katliam sever sayfalarında örnek teşkil ederken hala dışsal dünyayı değiştirme çabalarının boşa kürek çekmek olduğunu anlamak gerek. İçimizdeki adaletsizliği yok etmeden adalet için haykırmak, kendimize yaptığımız haksızlıkları fark etmeden hak aramak, kendimizden çaldıklarımızı idrak etmeden hırsızlarla mücadele etmek yersiz.Öyle bir karmaşa, öyle bir oyun ki bu, evet bazen içinden çıkılmaz bir hale geliyor, bazen acı veriyor. En acısı da insanın en büyük düşmanıyla, kendi celladıyla her an yanyana olması... onunla uyuyup, onunla uyanması. her an korkarak, kendinden kaçarak yaşaması... Bu yüzden uyuşmayı seçer insan. Bazen maddeyle, bazen içkiyle, bazense onlarca kadın bedeniyle...
Mutluluğu bedenden bedene koşarak arayan kişi ilişkilerini fast food yaşadığından bihaber anlık doyumlarla avunmayı seçiyor. Anlık bir uçuş... sonrası derin bir yalnızlık, dipsiz bir hüzün... Hangi insan sever bu halini? Hemen derinlerdeki o ses bastırılır, yeni avlar peşinde koşan doyumsuz bir avcı gibi insan, yeni kurbanlarına sarılır. Zavallıcık! Bu, aslında onun yardım çığlıklarıdır, kendinin bile kendinden bihaber skor peşinde koşup ruhunu aldatışıdır.
şimdi sorarım size, tek gecelik ilişkilerle, hamburger yemek arasında bir fark görebiliyor musunuz? ikisi de insan bedeninde aynı etkiyi yapmıyor mu? Ikisinde de Doydum sanıyorsun fakat bedenine işe yarar hiçbir şey girmediği için daha çabuk acıkıyorsun. Tek fark, birinde adam çapkın oluyor ( ya da kendi tabirleriyle güzel kadına zaafı var) diğerinde obur. Bu şekilde yaşamak para, zaman ve sağlık kaybı demek, üstelik uzun vadede çirkinleşmek ve en kötüsü de ruhunu kaybetmek demek...
Yazık, birilerinin hala kaçanı kovaladığını görünce şaşırmak ne kelime afallıyorum. Hele karşısındaki kaçmayıp, sevgiyle kollarını açtığında oyundan sıkılmıyorlar mı? Üniversite mezunu, kariyer sahibi koca koca insanlara bu kaçmaca-kovalamaca oyunu hiç yakışıyor mu? Bir de kitaplar yazıyorlar bu tip sağlıksız ilişkiler üzerine. Bilir kişiler akıl veriyorlar, şöyle gizemli takıl, böyle merak uyandır diye. Bir yandan da anlaşılmıştır herhalde kızların neden evlenmek istediği. Bu kızlar için bir başarı, bir güç savaşıdır. Ömür boyu verilen bir sözle erkekleri oltaya takmışlardır. Erkekler içinse bambaşka bir şey. Tamamen hormonal bir strateji, elde etmenin en kolay yolu. çoğu bu yüzden yattıkları kadınlarla evlenmeye nazlanır. Heves meselesi bir anlamda. Tabi söylediklerim, aklı cinsel organından yukarıya çıkamamış,ruhunun sesini kısıp maddesel dünyanın iluzyonu içinde kaybolmuş kayıp ruhları kapsıyor.Toplumlarda o kadar çok kayıp ruh var ki, hepsi dünyada fazlaca 'Var' olma derdinde, her hareketleri ben burdayım demek için. Aslında o kadar 'Yok'lar ki... Terazinin bir kefesi ne kadar boşsa diğer kefesi o kadar tavan yapıyor bu yüzden.Bu kadar fazla yetişkin çocukla nasıl başa çıkılır bilemiyorum, zaten Matematiğim her daim kötü olmuştur. Tek bildiğim: bunun bir korkaklık, bir zayıflık olduğu. Oysa güçlü insan derindir. Kendi karanlığıyla yüzleşecek kadar da cesur...
Dokunduğu elin kimin eli olduğunu hissetmeden, kimi öptüğünün farkına varmadan, kokusunu bir dolu içine çekmeden yaşayanlar kendilerini bulmayı başarana kadar kaybolmuşluklarında sarhoş olmaya, kendilerini mutsuz ve doyumsuz cehennemlerine hapsetmeye devam edeceklerdirEvet, bazen hepimiz aldanırız ya da çocukla çocuk olasımız gelir belki. Çocuklarla neşe içinde, keyifli bir oyun oynamak yetişkin ruhumuza iyi gelecektir. Yasama dokunduğunu hissedecektir bir kez daha. Yaşı ilerlemiş bir yetişkinin nefes nefese kalması gibi yorulduğumuzu hissedip çıktığımızda oyundan, yüzümüzde koccaman bir gülümseme vardır. çocuklarsa önemsemez kiminle oynadığını, onlar için aslolan oyunun kendisidir. Bunun için alınmaya, darılmaya gerek yok. Biz yeniden gümbür gümbür atan kalbimizin yerini hissetmişizdir ya yanımıza kalan en değerli şeydir bu. Oyununa dahil olduğumuz afacanlar için oyun bir rutindir. Hep oynanabilir, heryerde ve herkesle... zaman geçip sorumluluklar biriktiğinde Keşkeler, derin bir pişmanlığa dönüşür buyetişkin çocuklarda. ödevler birikmiş, zaman tükenmiştir. Pişmanlıklar atalete böyle dönüşür işte, böyle yok eder yaşam enerjisini insanın. Yaşam enerjisi tükenen insan depersyona sürüklenir. Sonrası vahim...uyuşturucu bağımlılığı ya da en iyi ihtimalle alkolizm kendini gösterecektir.Şimdi tüm bunları görüp, birilerinin hayatına dokunmak istiyorsun bazen. "Dur" demek istiyorsun, "kaçma artık kendinden. Bir süre yalnız kal, kendini dinle, yeterki içindeki şımarık çocuğun serseriliğini dizginle, serserilik özgürlük değildir." Onu sarsmak, kendine getirmek istiyorsun ama nafile... Gerçek özgürlüğün ancak ruhsal doyumla gelebileceğini nasıl anlatırsın böyle birine. Yaklaştığın andaYabani bir kedi gibi, hırıltısıyla uzaklaştırıyor seni kendinden.
"Ne hali varsa görsün" demek istemem de hali varsa halã, görmesini çok isterim bazılarının.
Yollar kendimize doğru, yolculuklar kendi toprağımıza... O toprak ki ulaşmayı başarırsak ne tohumların yeşermesini sağlayacak... büyüyen her fidan, can verecek toprağa, doğaya ve de tüm insanlığa... ah keşke diyorum konuşmak yerine anlatabilsem...
21 Ağustos 2014 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder